22 Temmuz 2009 Çarşamba

istanbul'u özlemenin 1001 yolu

13 Temmuz 2009 Pazartesi

şener şen


altında pijamasıyla küçük tüpte çorba karıştırırken bu kadar naif olabilir mi bir insan? kendimi bildim bileli hep şener şen dedem olsun istemişimdir:)

'özgürlüğümü satın almayacağım'

Bugün Yıldırım Türker'in eski yazılarını karıştırıyordum:

26 Haziran, ‘Uluslararası İşkence Mağdurlarıyla Dayanışma Günü’ idi. Sanatçılar, tutuklu bulunan, kimileri onlarca yıl ceza almış olan çocukların işkence ifadelerini okudu.
‘Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi’ 11 yıllık raporu da yayımlandı. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu adına Av. Eren Keskin, Av. Fatma Karakaş ve Leman Yurtsever imzalarıyla yayımlanan bildiriyi birlikte okuyalım istiyorum. Bildirinin başlığı ‘Cinsel İşkence Devam Ediyor’:

“Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu 12 yıldan bu yana adli ya da siyasi bir nedenle devlet güçleri tarafından gözaltına alınan, ev ya da köy baskınlarına maruz kalan veya sokak gösterilerinde şiddette maruz kalan kadınlara, travesti ve transseksüellere ücretsiz hukuki yardım vermekte ve onları fiziksel ya da psikolojik mağduriyetleri nedeniyle tedaviye yönlendirmektedir.
Büro, her yıl olduğu gibi bu yıl da ‘26 Haziran, Birleşmiş Milletler İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’ nedeniyle 12 yıllık çalışmanın sonucu olan sayısal verileri açıklamaktadır....

....“Artık elektrik vermek, falaka, filistin askısı gibi vücutta iz bırakan ağır işkence yöntemleri kullanılmıyor. Bunların yerine psikolojik işkence, ruhsal etki yapan yöntemler tercih ediliyor.
Örneğin kişiler kaçırılıp bir yere götürülüp sonra orada salınıveriyor. Karakollarda gözaltı süreci başlatılmadan, defterlere kayıt düşülmeden, arabada, meydanda, sokakta, kaba dayaktan başlayan, hakaretin, tehdidin kullanıldığı vakalar var. Kişi özgürlüğünden alıkonulmuş statüsünde olduğu için bunu işkence kabul ederiz. Ama bunun kaydı olmuyor. Şikâyet olduğunda, olay dışarıda gerçekleşmiş oluyor ve karakol üzerinden işlem yapmak zorlaşıyor.
Bir başka durum da toplu gösterilerde, yürüyüşlerde,
mitinglerde polisin aşırı kuvvet kullanmasıyla gerçekleşiyor.
Örneğin polis beş-10 kişilik bir
grubu çember altına almış ve
şiddete maruz bırakıyorsa, bu da işkencedir. Çünkü yine özgürlüğünden alıkonulma statüsüne girer...
devamı


Yazıda sözü geçen Av. Eren Keskin'in hikayesi ise en az yukarıdaki yazı kadar kasvet verici.Meslektaşı olarak onun hikayesini bu kadar geç öğrendiğim için hayıflandım doğrusu.Yıldırım Türker de defalarca konu etmiş köşesine Eren hanımı..Varoluşuna mutlu olduğum insanlardan biri oldu..Bir çeşit hayranlık içinde yapmaya çalıştıklarını okudum.Sonra dedim ki; kendisine öz saygısı olan birinin elinden de başka şekilde varolmak gelmez ki. Hayıflandım ki ne hayıflandım.

'Öncelikle vatanımız sağ olsun avukat hanım hangi bayrağa selam verdiğiniz belli değil, siz gene Türk bayrağına selam verin, hepimiz türküz (AMİN). Senide uyarıda bulunuyorum duruşmalara girmeyeceksin, davayı koşturmayacaksın, kime destek vereceğini bileceksin, hangi davayı dediğimi biliyorsun, dışarıdaki abimizin üstüne fazla gitmeyeceksin, böyle konular seni aşar vede avukatlığın biter ALLAHA EMANET OL.'

Bu kelimesi değiştirilmeden bir bölümü aktarılan tehdit mektubu, birkaç ay önce Ümraniye E Tipi Kapalı Cezaevi'nden İHD İstanbul Şubesi'nin eski başkanı, avukat, insan hakları eylemcisi Eren Keskin'e gönderildi. Mektubun yazarı, tutuklu 'Zeki Özhan'dı. Mektubun üstünde,' Görüldü. Mektup Okuma Komisyonu. Ümraniye' damgası vardı... devamı

26 Haziran 2009 Cuma

kendisiyle çok uğraştı zaten

michael jackson ölmüş bugün..facebookta herkesin kişisel iletisi bu..bildiğin ölmüş yani..inanmak zor geldi nedense..böyle adamlar hiç ölmeyecekmiş gibi geliyor insana..belki de çocukluğumuzun büyük bir kısmı onların klipleriyle geçtiği için..sanki onlar hep o devasa malikanelerinin bi odasında yaşıyorlar ve öldük diye bizi kandırıyorlar.. sabahleyin anneme haberi verdiğimde "o adam kendisiyle çok uğraştı zaten" dedi. kendisiyle bu kadar uğraşanlar erken mi ölüyor acaba..
tuhaf bi his hakkaten, michael jackson öldü...

22 Haziran 2009 Pazartesi

arada bir de olsa

Ödevlerini yapmıyor, notları da düşük diye 10 yaşındaki kızını döven babaya ‘beş ay boyunca ağaç dikip bakma’ cezası verildi. Ceza, Mardin Midyat ilçesinde yaşayan 10 yaşındaki A.B.’nin polise gidip babasından şikâyetçi olmasıyla gündeme geldi. 42 yaşındaki baba Z.B. gözaltına alındı. Midyat Sulh Ceza Mahkemesi, Z.B.’ye Denetimli Serbestlik Uygulaması kapsamında beş ay ağaç dikme cezası verdi.


genelde aile içi şiddet vakalarının seyri kötü bir levent kırca skeci gibidir..misal karakola başvuran kadına olayı olgunlukla karşılaması öğretilir..ailenin kutsallığına ve bölünmez bütünlüğüne sonuna kadar inanmış polisimiz şiddet gören kadınımıza son bir kıyak daha yapar. kocası çağırılır taraflar öpüşüp barıştırılır, bir daha yapmaması babacan bir tavırla kendisine tembihlenmiş olan kocasıyla birlikte eve gönderilir, tabi eve varınca adamın karakoldaki halim tavri kadına şiddet karşısında hak aramanın kutsallığını bir kez daha hatırlatmaya doğru evrimleşir..bu acı deneyim kadına en temel insan haklarının bile kocanın karısı üzerindeki neredeyse meşrulaşmış mülkiyet hakkının karşısında korunmaya pek de değer olmadığı bir kez daha öğretir..mission accomplished..bence hiç de ironik değil..
bunun şimdi de pek değişmediği aşikar salakça bir iyimserliğin manası yok aslında..ama işte yerinde bir mahkeme kararı görünce yazmadan edemedim..

18 Haziran 2009 Perşembe

home sweet home

kedileri kendimi bildim bileli sevmişimdir.belki de kedilerle dolu bir apartmanda büyümüş olmamdandır. üst katımızda oturan ev sahibelerimiz uzun süredir birlikte yaşayan iki kız kardeşti ve mahallenin bütün kedilerine yardım ve yataklık yapmayı ikinci meslekleri olarak benimsemişti..pencereden sarkıttıkları sepette bakkala sipariş parası değil kedi maması olurdu.mahallenin kedileri de bu çabaları daima takdirle karşılardı ve yavrulayacakları zaman(bu malesef çiftleşme zamanı için de geçerli.hiç bir mart ayını sukunet içinde geçiremedim) apartmanımızın kuytu köşelerini tercih ederlerdi..bu sadık ilişki biz oradan taşınana kadar sürdü..sonra uzunca bir süre kedilerle ilişkim kesildi..ta ki istanbulda evimin bahçesinde terk edilmiş iki tane sıçan bulana kadar..veteriner öleceklerini söyledi ama ben yaşayacaklarından emindim..uzun süre onları biberonla besledim..neyse ki büyüyüp kocaman kediler oldular..
ama onları eve aldığım gunden sonra benim hayatımda bir değişiklik oldu..artık yolda gördüğüm kedilere bakmadan geçemiyorum ve mutlaka bir iki laflıyorum.onların gözünden ne kadar tuhaf ve aptal gözüktüğümü düşünmek bile beni eğlendiriyor..evde kedi beslemeye başlayınca fark ettiğin şey hepsinin bir kişiliği olduğu aslında..büyük bir keşif değil ama rastladığın kedilere bakıp nasıl hayvanlar olduklarını tahmin etmeye çalışmak engellenemez bir dürtüye dönüşüyor bir süre sonra..yani kendiliğinden..
bugun bi projeye rastladım; kedi evleri projesi..hani çok yağmur yağdığında ya da hava çok soğuk olduğunda şimdi napıcak bu kediler diye düşündüğünde aklına ilk gelen şey "ama onların kürkleri var üşümezler ki" olur ya aslında öyle olmak zorunda değil; bu kedi evleri projesiyle parklara ve uygun köşelere kedilerin barınabilecekleri minik evler yerleştiriyorlar..şimdilik sadece şişli'de mıstık parkı'nda var ama herkes bulunduğu yer belediyesini bu projeden haberdar ederse sayıları artabilir..bence harika bi proje..onlara ait olan heryeri betonlarla doldurduktan sonra bu kadarını borçluyuz gibi geliyor..kaldı ki bu dünyada benim bir kediden üstünlüğüm nedir..koca bir hiç..bir sabah parktan geçip işime giderken güne yeni uyanan bi kedi görmek beni mutlu eder..tıpkı bunun gibi




http://bianet.org/bianet/biamag/113133-sokak-kedilerinin-de-baslarini-sokacak-evleri-olabilir

2 Haziran 2009 Salı

yerçekimini altetmekle ilgili kısa bir dans/mimarlık videosu



büyüleyici..


http://www.erikajanunger.se/

20 Mayıs 2009 Çarşamba

24 Nisan 2009 Cuma

i, oblomov

ne kadar tembel bir insanım yahu..tek yaptığım çevreme bakıp ona buna şaşırmak..yarından itibaren bişeyler yapmaya karar verdim.

20 Nisan 2009 Pazartesi

How did you go bad?

Radiohead - Fog

17 Nisan 2009 Cuma

baby alligators in the sewers grow up fast








http://www.claytoncubitt.com/commissioned/galleries.php?gid=5

isteyen istediği kadar söz versin kardeşim dananın kuyruğunun kopacağı varsa kopuyor..sonra göz yaşları, nasıl yapar bunu'lar filan hep bi yerde züğürt tesellisi..ama bunca şeyden sonra pek de trajik gelmiyor insana..aşk öldü nasıl bilirdiniz? :)

9 Nisan 2009 Perşembe

Benim derdim erkeklerle değil 'Erkeklik'le!

..........

Kitabınızın girişinde yazmışsınız; Dink cinayetinde yargılanan Yasin Hayal'in mahkeme girişinde 'Akıllı ol' diyerek parmak sallaması çıkış noktanız olmuş. Neden?

Yasin Hayal'i merak etmedim özel olarak, onun TV'deki sureti çok tanıdıktı benim için çünkü... Ben Ülker Sokak'ta uzun zaman araştırma yaptım. Ülker Sokak travestilerin fuhuş yaptığı bir alandı ve orada travestileri dışlayan, onları dışarı atıp evlerini yakan gruplar vardı. O adamlarla çok karşılaştım. O adamlar, aynı zamanda travestilerin müşterileriydi. Ve o linç gruplarını çok çeşitli yerlerde gördüm, o 'akıllı ol' diyen ifadelerini. Bir insan bunu yaparken nasıl bir ruh hali içindedir ya da o parmağı nasıl sallıyordur, o kadar güçlü müdür göründüğü kadar, o gösterdiği gücün altında eziliyor mudur diye merak ettim, buradan yola çıktım.
'Bir bebekten katile nasıl dönüşüldüğünü' yani merak ettiniz?
Evet Rakel Dink'in lafıdır 'bir bebekten katil yaratan zihniyet' diyor. Ama ben burada sadece katilleri anlamaya çalışmadım, şiddet uygulaması meşru olan bir varlığın ya da ne bileyim çocuğunu döven, herhangi bir yerde sert bağıran, taraftar ortamında vurdulu kırdılı konuşan o adamın arka yüzünü anlamaya çalıştım. Klasik erkeklik kalıbına giren zihniyeti inceledim. Bu kalıp aslında içinde bulunanı ezdiği için tehlikelidir. Çünkü ezilen her zaman kendini ispatlamak derdi içindedir.
Askerlik buna nasıl katkı sağlıyor peki?
Türkiye'nin dört bir yanından gelen çeşitli erkekler biraraya geliyorlar, birbirlerinden bir sürü şey öğreniyorlar. Yani erkekler topluluğu oluşuyor, orada çok fazla şey açığa çıkıyor. Yani sadece o sürece, birbirleriyle kurdukları ilişkilere bakınca, Türk toplumunda yaratılan kalıplara dair çok şey okuyabildim.
Sürüne sürüne derken ne kastediyorsunuz?
Erkek zayıflığını, eksikliğini göstermemek zorunda; ağır olmak zorunda, güçlü olmak zorunda, zayıflıklarını gizlemek zorunda. Bu yüzden 'erkekler ağlamaz' denir. Oysa ben bu süreç tersine çevrilmeli diyorum...
Erkekler ağlamalı mı diyorsunuz?
Diyorum ki, bu sürece siz sürüne sürüne geldiniz, yani sürüne sürüne erkek oldunuz, sizden sürekli kendinizi ispat etmeniz istendi, bazen yapamadınız, dayak yediniz, bunu içinizde bastırmak zorunda kaldınız, belli etmemek zorunda kaldınız, göz yaşlarınızı içinize akıtmak zorunda kaldınız. Boşuna hava atmayın, yaşadığınız gerçek bu ve ağlamaya başlayın. Ağlamaya başlarsanız, o katılık eriyebilir, siz de kendinizi bulursunuz.

Kaynak

7 Nisan 2009 Salı

i understand why they say high school never ends

31 Mart 2009 Salı

Zeitgeist: Addendum

gel gidelim güneylere yenilenip dinlenmeye

24 Mart 2009 Salı

tükettiklerim bulduklarım kaybettiklerim



keşke bunların hepsi kötü bir rüya olsa..son 6 yıldır yaşadıklarımın hiçbirini yaşamamış olsam..mesela yarın sabah uyansam içim ferah , yaşım hala 26 olsun ama içim kararmamış apak..o salak neşem o toy hallerim hepsine eyvallah..gerinerek uyanayım yeni güne, hava güneşli içim çikolatalı gofret tadında gevrek..sevdiklerim içeride uyanmış çay fokurduyor yavaştan, tabak çanak sesleri...hala aşkın mutlu sonlarla biteceğine inanıyorum mesela..çünkü daha çözmemişim o insansı dengeleri..hala gidecek çok yolum var ve hepsinin sonu bahar..yalnızlık hala eğlenceli ve keşfedilmeyi bekleyen köşeleri var..eylem'i arıyorum dışarı çıkalım diye..düş evine gidiyoruz sıkılıyoruz başka yerleri düşlüyoruz, istanbul hala bir masal..bir nefes sigara çekiyoruz acemi ciğerlerimize, sevgililerimizden bahsediyoruz, müzikten, arkadaşlardan..stilimiz yok ama renkli el örgüsü hırkalarımız , benim odamda kurt cobain eylemin odasında bulutsuzluk özlemi posterleri var..akşam oluyor eve yürüyoruz sırt çantalarımızla üstünde tükenmezle yazılmış yazılar..çengelli iğneyle tutturulmuş yırtılan çantanın sapı diktirmeyi düşünmemişiz hiç..eylem saçlarını kendi kesmiş o kadar güzel ki darmadağan..evet herşey bizim elimizde ve "darmadağan"...bodrum'a otostop çekmeyi kararlarştırıyoruz amaçsız , çekiyoruz da kaleye çıkıyoruz denizi seyrediyoruz, aylak aylak dolaşıp akşam yorgun evlerimize dönüyoruz...eylem ışıkları kapatmış yorganının altında ben gecelambasıyla öyle rahat uyuyoruz ki, yine güneşli bir güne uyanmaya...

23 Mart 2009 Pazartesi

yine mi güzeliz yine mi çicek

yalnızlık ne zor değil mi sevgilim..öyle kendime dönmek, kendimle ilgilenmek istiyorum demekle olmuyor..kuşkusuz senin için çarpan bir yüreğin varlığını bilmeden gözlerindeki o heyacan-ı hayranlığı görmeden yaşamak zor..galiba bir insanın çektiği acılara şahit olmak da yetmiyor..yoksa en iyi sen bilirken tüm bu safsatanın beni ne kadar incittiğini hem de söz vermişken asla sana bunu yapmayacağım diye böyle bir klişeye saplamazdın bizi..anlatırdın dünyanın aldığı bu hali..nedense sen hep bana dünyanın güzel olduğunu masalını anlattın..insanlar iyiydi güvenilirdi..özünde "arttırılsın" isterdi hepsi..söylemedin ki artık yüreğinin başka yerde attığını..bir ihtiyaç olduğunu aslında tüm konuşmalarımızın..o gece de sormuştum hatırlarsın..ben belki yine yanında olurdum, gidemezdim..beni bilirsin unutmak konusunda çok iyi değilim..işte tam da o yüzden bunu da unutmayacağım elbet.anlıyorum seni inan anlamadığımdan değil.

ne acaip şeydi değil mi sevgilim senin o kasete "geliyor" diye bağırman..ne anlamlar vermiş, nasıl hayret etmiştik..her aşk böyle ayrıntılarla doludur biliyorum inan bilmediğimden değil.

sonra sohbet etme ihtiyacını da bilirim..hele de hayatın karma karışıkken..tanıdık bir şeyler bulma ufacık bir hassasiyeti paylaşma, birinin seni dinlediğini seni önemsediğini bilme...bir de sevgilin seni terk ettiyse daha da elzemdir bilmez miyim..sohbete ihtiyaç duydum inan duymadığımdan değil.


ne hayal kırıklığıydı ama..gelip hayalarına sağlam bir tekme indirme isteğim geçti belki ama artık ben de sana ait hiç bir şey kalsın istemiyorum sevgilim..iyiki o evi boşaltıcam..iyi ki bütün eşyaları atıcam..iyi ki artık orada yaşamak zorunda değilim..artık bitti..gerçekten bitti..çok çok acıyor kalbim ama hafiflemiş hissediyorum..artık sadece canın sıkkın olduğu için, belki biraz soğuk algınlığı yaşadığın ya da şu fani dünyada tek bir gülümsemen için tüm alemi karşıma alıp devirebilecekken hiçbir şey yapamadığım için üzülmek yok..

sesin öyle olmasaydı, bana ne kadar zamandır yalan söylediğini sen de bilmiyor olsaydın ben hiç böyle olmazdım sevgilim..neden o kadar iyi biliyordun ki..ama önemi yok bu ayrıntıların artık..kara kara düşünüyorum şimdi ben birine nasıl güveneceğim..4 yıl be dile kolay sevgilim..çoktandır biliyormuş arkadaşların, o da senin için çorba kasesinde yağmur suyu biriktirmeye başlamış ..ama sen sadece sohbet ettin naparsın..anlatılmaya değer değildi bu sohbetler, eh be bana olduğu kadar yağmur biriktirene de yazık...

sıçtın şimdi de sıvıyorsun benim güzel sevgilim..hep bir biz hissi vardı ya sahiplendiğim..hani sen de hayatının bir yerinde hep beni isteyecektin..bu gün bizi terk-i diyar ediyorum..çoktan yapmalıydım ama biraz geçiktim..ben de çok sıçtım inan sıçmadığımdan değil..

22 Mart 2009 Pazar

17 Mart 2009 Salı

yuh artık

Patronlar artık işçinin ‘tuvaletinden’ de kazanıyor!

İşçilerin olabileceğin en üst seviyede üretim yapmalarını hedefleyen patronların imdadına ‘Perkotek Personel Devam Kontrol Teknolojileri ve Güvenlik Sistemleri’ firması yetişti! İşyerine kurulan takip sistemleriyle ‘verimi’ artıran işverene Perkotek, “Üçün beşin hesabını yapmıyoruz demeyin. Biz yapıyoruz” diyerek yeni bir açılım sundu: “İşçinin tuvalette kaybettiği vakti kazanmak.”

Tekstil sektöründe yaygınlaşan ‘tuvalet takip sistemi’yle işçilerin tuvalete gitme sayısı ve süresi kısıtlandı. Hekimler ve sendikalar ise uygulamayı insan haklarına aykırı buluyor.
Perkotek Firması ortaklarından Cenk Yerlikaya’nın anlatımıyla “Personelin mesai saatleri içerisinde tuvalete gitmek bahanesi ile sigara içmesi, arkadaşları ile muhabbet etmesi ve işten kaytarmasını engelleyerek çalışma saatlerinin verimli geçirilmesini sağlamak” amacıyla oluşturulan sistem, patronların talebiyle iki yıl önce ortaya çıkmış. Patronlar, tuvaletteki bu zaman kaybının maddi zarara neden olduğunu ve işlerin yetişmediğini söyleyerek ‘ya acaba üçün beşin hesabı yapılır mı?’ diye firma yetkililerine sormuş.
Pektotek bir hesap yapmış: Her personel tuvalette günde 20 dakika ekstra vakit harcasa 100 personelden, eder 2 bin dakika. 22 işgünü var desek, eder 44 bin dakika. İşçilerin bir saatlik ücreti ortalama 3 TL desek, eder 2 bin 199 TL. Patronlara “İşçilerin hakları olmadan sizden aldıkları zamanın para olarak size geri dönüşümü...” diye seslenen Perkotek, ‘tuvalet takip sistemi’ni pazarladı.


Kim, kaç kere gitti?
Şu anda ağırlıklı olarak tekstil sektöründe kullanılan, yavaş yavaş makine sanayiinde yaygınlaşmaya başlayan sistemin çalışması için tuvalet kapılarına bir cihaz takılıyor. İşçi, bu cihaza kartını ya da parmak izini okutarak tuvalete giriyor ve çıkıyor. Böylece sistemde kimin günde kaç kere tuvalete gidip, kaç dakika kaldığının kaydı tutuluyor. Her işletme tuvalet için kendi kurallarını koyuyor ama genelde günde üç kere 10’ar dakika tuvalet hakkı veriliyor. Bu sınırı aşan işçilerin maaşından kesinti yapılıyor.

Yerlikaya sistemi kullanan firmaların isimlerinin duyulmasını istemediklerini şu sözlerle ifade ediyor: “Çok tanınmış tekstil şirketleri de var. Aklınıza gelebilecek en fazla ismi duyulmuş markaları düşünün. Biraz rahatsızlık duyuyorlar bu konuda. Eskiden sigara odalarında da kullanılıyordu. Şimdi sigara içeride yasaklanınca o sistem bitti. Komple personelin içeri giriş çıkış saatlerinden tutun da, bölümler arasında geçirmiş oldukları zamana kadar her şeyi kurduğumuz firmalar var. İsimlerinin duyulmasından rahatsız olan firmalar var.”



Üçün beşin hesabını yapmak deyimi bu uygulamayı tanımlamak için hafif kalır sanırsam. “İşçilerin hakları olmadan sizden aldıkları zamanın para olarak size geri dönüşümü...” cümlesine özellikle takıldım..belki zihniyet böyle olunca bu denli takılmamak gerek ama kimin kimden zaman çaldığı konusuna gelince sadece işçiler değil çalışan herkesin tek yaptığının eve gidip yemeğini yedikten sonra mecbur bırakıldığı bu robotik çalışma düzeninden ne zihinin ne bedeninin başka bir şeye takati kalmadığından televizyon karşısında uyuya kalmak olduğu bu ülkede işçilerin patronlardan zaman çaldığı düşüncesi gerçekten oldukça hastalıklı bir beynin tasavvuru olmalı.çünkü sürekli işten çıkarılma tehdidiyle yaşayan bu işçilerin ne çocuklarıyla geçirebilecekleri sakin bir zamanı, ne karılarına bir kaç tatlı söz edebilecek iç huzurları ne de kendilerine vakit ayırmak gibi bir lüksleri yok. eğer ki hala biri çıkıp bu adamlar patronlarından zaman çalıyor diyorsa bu; düzenin sürekli bizden "insan olmamız" için gereken zamanı çaldığındandır.eh bari bırakın da rahat rahat def'i hacetimizi yapalım...

6 Mart 2009 Cuma

insan döner kendine
viran, kırık dökük bir eve dönercesine
yorgundur
eski püskü bir giysi gibi,
yürümeye çalışır yağmurda, çırılçıplak,
saf suda ıslanarak,
yapamaz bunu yalın rüzgarda,
ama benliğinin kuyusuna döner,
kaygısız.
varolup olmadığı,
usunu konuşturup konuşturmadığı
ya da ödedikleri, borç verdikleri, bulduklarıyla ilgilenir.
beni kabul edip etmemesi
çok önemliymiş gibi,
toprağın yaprakla kaplı adıyla birlikte,
kara duvarlı tiyatroda.

bu gün işten eve döndüğümde annemle babamı birbirlerine sarılmış uyurken buldum..hem de bu saatte..normalde onlar da işten yeni dönmüş, tv'nin sesi sonuna kadar açık ve annem mutfakta yemek hazırlama teleşında olurdu. bu onları uzun zamandır ilk kez böyle görüşüm..yıllar önce çektiğim bir fotograf geldi aklıma..koltukta el ele tutuşmuş oturur vaziyette uykuya dalmışlardı..ben heralde orta okulda falandım..onları uyandırmamaya gayret ederek çekmiştim. hala en sevdiğim fotograflarıdır..bugün de onları öyle görünce pijamalarımı giyip yanlarına kıvrılmak istedim..ama böyle şeyler için fazla büyümüşüm..hem kalbim de öylesine kırık..dün gece bana acı verse de sahiplendiğim bir şeyi daha yitirdim.öfkem dindi ama bugün parçalı bulutluyum.neyse ki havalar biraz düzeldi..sabahları güneşi görebiliyorum..damarlarımda bir miktar sakinleştirici dolaşıyor..ağlamaklı bir huzur içinde herşeyi kabullenmiş hissediyorum..biliyorum ki başka türlüsü de mümkün..yıllar sonra ben de sıradan bir akşam vakti hiç bir nedeni olmaksızın sevdiğime sarılmış uyuyor olabilirim..hem de birlikte bin türlü belayı aşkı nefreti atlatmış yılları birlikte tüketmiş olacağım biriyle..vay be sevgi hala oralarda bir yerlerde..sadece biraz vakit tanıyıp bulmamı bekliyor..kusursuz olmak zorunda da değil..biliyorum ki iki kişibir olduğumuzda ilişkimizi kusurlarıyla seveceğim..yıllarca anne babanın evliliği hakkında düşündüklerin küçücük bir sahneyle silinip gidiyor..hem de tüm doğallığıyla hiç de özel olmayan öylesine denk gelmiş bir sahneyle...hayat güzel tesadüflerle dolu..

3 Mart 2009 Salı

ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler

modern dünyanın en büyük laneti insana istediği herşey olabilecekken hiç bir bok olamamış hissi vermesi..eğer orta sınıf bir aileden geliyorsan ve cebinde biraz para varsa kocaman dünya kocaman fırsatlarla dolu, yapabilceklerinin sınırı yok ama sen sadece şu an yaptığın şeyi yapıyorsun..bütün dünya yanından geçip giderken sen sadece oturmuş izliyorsun....şu an çalıştığın işte çalışıyorsun, onca dergi arasından sadece bunları okuyorsun, onca tshirt arasından bu tshirtü giyiyorsun, fotografla ilgilenmek dururken film atolyesine gitmeyi seçtin, oysa fotografçılığa da yeteneğin var biliyorsun, kulladığın jölenin daha az sertleştireni, saçındaki boyanın daha az zarar vereni, detarjanın daha beyaz yapanı, orkidinin parfümlüsü, yediğinin makarnanın multivitaminlisi, fındığın organiği, güneş kreminin bronzlaştırırken nemlendireni, çizdiğin projelerin daha iyisi var.Kanepeni değiştirmek için 4 ay para biriktirdin ve her an bir yerlerde daha renklisini görüp üzülebilirsin.hem bu paraya daha iyi bir dairede de oturabilirdin, belki de karar vermekte çok acele ettin..aslında sörfçü bile olabilirdin ama sen avukat olmayı seçtin..hatta arkadaşlarını bile yanlış seçmiş olabilirsin!
ama bir şeyden kesinlikle eminim; böyle bir paranoyayla yaşamak için şu an sahip olduğundan daha sağlam sinirlere ihtiyacın var..

20 Şubat 2009 Cuma

hayat hep mücadele

babamın karşına oturmuş hiç değişmeşeyen söylemlerinden birini dinliyorum.beni hayat karşısında çok gayretsiz bulduğundan geliştirdiği söylemlerden birini: "55 yaşındayım ve hala bütün gün çalışıp didiniyorum.laftan anlayamayan bir ton cahil it uğursuz adama laf anlatıyorum.nöbetçi olduğum gecelere sakinleştiriclerle ancak dayanıyorum.ama hayat böyle.hep mücadele.lay lay lom değil"

gerçekten merak ediyorum. hayatın sadece mücadele olduğunu ve bu kadar acımasız olduğunu düşünürken nasıl bundan dünyanın en normal şeyiymiş gibi bahsettiğini..dayanamayıp soruyorum."ama güzel zamanlar da var" diyor.."haftasonları var.deniz kıyısına gidiyoruz.bir yerlerde yemek yiyoruz sonra annenle siz varsınız" ve bu kadar.bu saydıklarına bir beşincisini ekleyemiyor..koca bir hayatı haftasonunda televizyon izlemek ve belki bir kaç saat yüzmek nasıl telafi ediyor diye düşünüyorum..hayır ulvi yada naif bir insan değil babam.insanlardaki hataları fark etmekte ondan iyisi yoktur..o seni izlerken tepsiyi alıp mutfağa bile götüremezsin.korkarsın çünkü.belki tepsiyi biraz eğik tuttuğum için, belki de kapıdan geçerken kıyısını birazcık kapıya çarptığım için arkamdan gelen "yavaş! dökeceksin!" kükremesindeki gerginliğin tüm vücudumu yıldırım gibi çarpıp geçmesi hissini iyi bilirim.

iyi biridir aslında gerçekten iyi..belki de merhametli demeliyim...insanların tümü aynı fırsatlarla doğmadığı için kalbinin çok kırık olduğunu bilirim. insanlara karşı o kadar acımayla doludur ki bu his hemen bir yerlere gömülmelidir..bununla yaşamanın onun için ne kadar zor olduğunu biliyorum.ama o bu zorluğa bir yenisini ekleyemeyecek kadar kaçak oynamayı seçti..merhamet ve hoşgörü..ikincisine de sahip olsaydı sanırım hayatı bu haliyle bu kadar kolay kabullenemezdi..nasılsa hayat vahşi, içinde hoşgörü yok. bu yüzden kendini her an mücadele içinde hissetmekte de bir sorun yok.

belki de haklı olabilir.geldiğimiz yerde bir zamanlar "hayatta kalmak için" mücadele etmeliydik..doğal seleksiyon kursundan diplomayla ayrılan türlerden biriyiz..ama o zaman düşünmek gibi bir lanetimiz yoktu.iç güdüler herşeyi bizim için hallediyordu.ve hiçbir şey şimdi göründüğü kadar karmaşık değildi.sonra büyük bir talihsizlik sonucu baş parmağımızı da iyi kullanmaya başladık..ve sonra hazır bu kadar hünerli ellerimiz varken bir kaç alet yapalım dedik..sonra o aletleri yaparken çok düşünmüş olmalıyız ki beyin denen o muazzam makine biraz fazla gelişti..sonra tüm dünyayı ele geçirdi..dıdışdışdıdış.. evet sırasının tam olarak böyle olduğundan emin değilim..ama aşşağı yukarı böyle bir şey olsa gerek..talihsiz serüvenler dizisi..
aslında bilimsel bir açıklama istemiyorum.sadece insanın en baştan evrimleşip düşünmek gibi bir hastalığa sahip olmasına ve nedense bazı insanların bu hastalıktan daha fazla muzdarip olmasına isyan ediyorum.(isyanım sana değil kendime) iman sahibi olmak bu noktada işleri kolaylaştırırdı biliyorum ama malesef o kadarcık bile şanslı değilim. oysa alemdeki en kral varlığın insanoğlu olduğunu düşünmek egomu baya okşardı..
sanırım elimizdeki bu ve bununla ne yapacağımıza bakmak lazım..ama babamın hayata bakış açısı bir kaplan tarafından oldukça tatmin edici bulunurdu:"vay be bunu niye düşünemedim.ben de karnım acıkınca neden ceylan peşinde koşuyorum, üstüme bir fil gelince neden tırsıp kaçıyorum acaba diye hayıflanıp duruyordum.tabi ya hayat hep mücadele"

şimdi durumu telafi etmesi için şımarıkça isteklerim var hayattan..henüz obsesyonla tanışmadığım, anksiyetenin bir yün türü olduğunu sandığım zamanları geri istiyorum..kocaman bir aile içinde büyümüş olmayı, sahip olduğun genlerin beyin kimyasını zerre etkilemediği , istediğin anda hafızanı kaybedip herşeye yeni baştan başlama şansının olduğu bir evrende yaşamayı ve... aslında hepsi bu kadar sanırım.. bi de dünya barışı..ki bu insanoğlu yeryüzünden silinip gittiğinde kendiliğinden olcak zaten..

11 Şubat 2009 Çarşamba

isterdim ki biz..

artık hiçbir şeye fazla şaşırmıyorum..hiçbir şeyin kurbanı gibi hissetmiyorum kendimi..hayatımın bütün sorumluluğu öylesine kendi omuzlarımda ki bazen şuçlayacağım biri olsaydı daha iyi olurdu diyorum..olanlara hala üzülmediğimden değil ama herşey gerçekten olayları nasıl karşıladığınla ilgili..zaten her konuda kendini suçlamaya alışmış biri olarak bu durumu kabullenmek pek de zor olmadı..hepimiz aslında ne kadar yalnız olduğumuzu taa içimizde hissederiz..varoluşumuzla birlikte gelen o kadim his...çoğumuzun ömrü de bununla baş edecek bir yol bulmakla geçiyor..kimseyi suçlamıyorum..herkesin başetme yolu başka..ve hepsi ayrı ayrı güzel..yalnızca bazen fazla yalnız kalıyoruz..yine de bir araya gelişler güzel..keşke o anlar daha uzun sürse...

21 Ocak 2009 Çarşamba


Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle.Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde..

F.Kafka

Öğleden sonra 2 birası

hiçbir şeyin önemi yok
bir yatakta debelenmekten başka
ucuz hayaller ve bir birayla
yapraklar ölürken ve atlar ölürken
ve ev sahibeleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;
canlıdır müziği çekilmiş perdelerin,
sinek sürüleri
ve patlamalar sonsuzunda
son insan’ın mağarası;
hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
boş şişeden,
keyiften,
kıstırılmış
bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
kendisine sözcükler öğretilip
ölsün diye
arkası yastıkla desteklenmiş
gençlikten başka. *

4 Ocak 2009 Pazar

...


*

2 Ocak 2009 Cuma

happiness is only real when shared