31 Mart 2009 Salı

Zeitgeist: Addendum

gel gidelim güneylere yenilenip dinlenmeye

24 Mart 2009 Salı

tükettiklerim bulduklarım kaybettiklerim



keşke bunların hepsi kötü bir rüya olsa..son 6 yıldır yaşadıklarımın hiçbirini yaşamamış olsam..mesela yarın sabah uyansam içim ferah , yaşım hala 26 olsun ama içim kararmamış apak..o salak neşem o toy hallerim hepsine eyvallah..gerinerek uyanayım yeni güne, hava güneşli içim çikolatalı gofret tadında gevrek..sevdiklerim içeride uyanmış çay fokurduyor yavaştan, tabak çanak sesleri...hala aşkın mutlu sonlarla biteceğine inanıyorum mesela..çünkü daha çözmemişim o insansı dengeleri..hala gidecek çok yolum var ve hepsinin sonu bahar..yalnızlık hala eğlenceli ve keşfedilmeyi bekleyen köşeleri var..eylem'i arıyorum dışarı çıkalım diye..düş evine gidiyoruz sıkılıyoruz başka yerleri düşlüyoruz, istanbul hala bir masal..bir nefes sigara çekiyoruz acemi ciğerlerimize, sevgililerimizden bahsediyoruz, müzikten, arkadaşlardan..stilimiz yok ama renkli el örgüsü hırkalarımız , benim odamda kurt cobain eylemin odasında bulutsuzluk özlemi posterleri var..akşam oluyor eve yürüyoruz sırt çantalarımızla üstünde tükenmezle yazılmış yazılar..çengelli iğneyle tutturulmuş yırtılan çantanın sapı diktirmeyi düşünmemişiz hiç..eylem saçlarını kendi kesmiş o kadar güzel ki darmadağan..evet herşey bizim elimizde ve "darmadağan"...bodrum'a otostop çekmeyi kararlarştırıyoruz amaçsız , çekiyoruz da kaleye çıkıyoruz denizi seyrediyoruz, aylak aylak dolaşıp akşam yorgun evlerimize dönüyoruz...eylem ışıkları kapatmış yorganının altında ben gecelambasıyla öyle rahat uyuyoruz ki, yine güneşli bir güne uyanmaya...

23 Mart 2009 Pazartesi

yine mi güzeliz yine mi çicek

yalnızlık ne zor değil mi sevgilim..öyle kendime dönmek, kendimle ilgilenmek istiyorum demekle olmuyor..kuşkusuz senin için çarpan bir yüreğin varlığını bilmeden gözlerindeki o heyacan-ı hayranlığı görmeden yaşamak zor..galiba bir insanın çektiği acılara şahit olmak da yetmiyor..yoksa en iyi sen bilirken tüm bu safsatanın beni ne kadar incittiğini hem de söz vermişken asla sana bunu yapmayacağım diye böyle bir klişeye saplamazdın bizi..anlatırdın dünyanın aldığı bu hali..nedense sen hep bana dünyanın güzel olduğunu masalını anlattın..insanlar iyiydi güvenilirdi..özünde "arttırılsın" isterdi hepsi..söylemedin ki artık yüreğinin başka yerde attığını..bir ihtiyaç olduğunu aslında tüm konuşmalarımızın..o gece de sormuştum hatırlarsın..ben belki yine yanında olurdum, gidemezdim..beni bilirsin unutmak konusunda çok iyi değilim..işte tam da o yüzden bunu da unutmayacağım elbet.anlıyorum seni inan anlamadığımdan değil.

ne acaip şeydi değil mi sevgilim senin o kasete "geliyor" diye bağırman..ne anlamlar vermiş, nasıl hayret etmiştik..her aşk böyle ayrıntılarla doludur biliyorum inan bilmediğimden değil.

sonra sohbet etme ihtiyacını da bilirim..hele de hayatın karma karışıkken..tanıdık bir şeyler bulma ufacık bir hassasiyeti paylaşma, birinin seni dinlediğini seni önemsediğini bilme...bir de sevgilin seni terk ettiyse daha da elzemdir bilmez miyim..sohbete ihtiyaç duydum inan duymadığımdan değil.


ne hayal kırıklığıydı ama..gelip hayalarına sağlam bir tekme indirme isteğim geçti belki ama artık ben de sana ait hiç bir şey kalsın istemiyorum sevgilim..iyiki o evi boşaltıcam..iyi ki bütün eşyaları atıcam..iyi ki artık orada yaşamak zorunda değilim..artık bitti..gerçekten bitti..çok çok acıyor kalbim ama hafiflemiş hissediyorum..artık sadece canın sıkkın olduğu için, belki biraz soğuk algınlığı yaşadığın ya da şu fani dünyada tek bir gülümsemen için tüm alemi karşıma alıp devirebilecekken hiçbir şey yapamadığım için üzülmek yok..

sesin öyle olmasaydı, bana ne kadar zamandır yalan söylediğini sen de bilmiyor olsaydın ben hiç böyle olmazdım sevgilim..neden o kadar iyi biliyordun ki..ama önemi yok bu ayrıntıların artık..kara kara düşünüyorum şimdi ben birine nasıl güveneceğim..4 yıl be dile kolay sevgilim..çoktandır biliyormuş arkadaşların, o da senin için çorba kasesinde yağmur suyu biriktirmeye başlamış ..ama sen sadece sohbet ettin naparsın..anlatılmaya değer değildi bu sohbetler, eh be bana olduğu kadar yağmur biriktirene de yazık...

sıçtın şimdi de sıvıyorsun benim güzel sevgilim..hep bir biz hissi vardı ya sahiplendiğim..hani sen de hayatının bir yerinde hep beni isteyecektin..bu gün bizi terk-i diyar ediyorum..çoktan yapmalıydım ama biraz geçiktim..ben de çok sıçtım inan sıçmadığımdan değil..

22 Mart 2009 Pazar

17 Mart 2009 Salı

yuh artık

Patronlar artık işçinin ‘tuvaletinden’ de kazanıyor!

İşçilerin olabileceğin en üst seviyede üretim yapmalarını hedefleyen patronların imdadına ‘Perkotek Personel Devam Kontrol Teknolojileri ve Güvenlik Sistemleri’ firması yetişti! İşyerine kurulan takip sistemleriyle ‘verimi’ artıran işverene Perkotek, “Üçün beşin hesabını yapmıyoruz demeyin. Biz yapıyoruz” diyerek yeni bir açılım sundu: “İşçinin tuvalette kaybettiği vakti kazanmak.”

Tekstil sektöründe yaygınlaşan ‘tuvalet takip sistemi’yle işçilerin tuvalete gitme sayısı ve süresi kısıtlandı. Hekimler ve sendikalar ise uygulamayı insan haklarına aykırı buluyor.
Perkotek Firması ortaklarından Cenk Yerlikaya’nın anlatımıyla “Personelin mesai saatleri içerisinde tuvalete gitmek bahanesi ile sigara içmesi, arkadaşları ile muhabbet etmesi ve işten kaytarmasını engelleyerek çalışma saatlerinin verimli geçirilmesini sağlamak” amacıyla oluşturulan sistem, patronların talebiyle iki yıl önce ortaya çıkmış. Patronlar, tuvaletteki bu zaman kaybının maddi zarara neden olduğunu ve işlerin yetişmediğini söyleyerek ‘ya acaba üçün beşin hesabı yapılır mı?’ diye firma yetkililerine sormuş.
Pektotek bir hesap yapmış: Her personel tuvalette günde 20 dakika ekstra vakit harcasa 100 personelden, eder 2 bin dakika. 22 işgünü var desek, eder 44 bin dakika. İşçilerin bir saatlik ücreti ortalama 3 TL desek, eder 2 bin 199 TL. Patronlara “İşçilerin hakları olmadan sizden aldıkları zamanın para olarak size geri dönüşümü...” diye seslenen Perkotek, ‘tuvalet takip sistemi’ni pazarladı.


Kim, kaç kere gitti?
Şu anda ağırlıklı olarak tekstil sektöründe kullanılan, yavaş yavaş makine sanayiinde yaygınlaşmaya başlayan sistemin çalışması için tuvalet kapılarına bir cihaz takılıyor. İşçi, bu cihaza kartını ya da parmak izini okutarak tuvalete giriyor ve çıkıyor. Böylece sistemde kimin günde kaç kere tuvalete gidip, kaç dakika kaldığının kaydı tutuluyor. Her işletme tuvalet için kendi kurallarını koyuyor ama genelde günde üç kere 10’ar dakika tuvalet hakkı veriliyor. Bu sınırı aşan işçilerin maaşından kesinti yapılıyor.

Yerlikaya sistemi kullanan firmaların isimlerinin duyulmasını istemediklerini şu sözlerle ifade ediyor: “Çok tanınmış tekstil şirketleri de var. Aklınıza gelebilecek en fazla ismi duyulmuş markaları düşünün. Biraz rahatsızlık duyuyorlar bu konuda. Eskiden sigara odalarında da kullanılıyordu. Şimdi sigara içeride yasaklanınca o sistem bitti. Komple personelin içeri giriş çıkış saatlerinden tutun da, bölümler arasında geçirmiş oldukları zamana kadar her şeyi kurduğumuz firmalar var. İsimlerinin duyulmasından rahatsız olan firmalar var.”



Üçün beşin hesabını yapmak deyimi bu uygulamayı tanımlamak için hafif kalır sanırsam. “İşçilerin hakları olmadan sizden aldıkları zamanın para olarak size geri dönüşümü...” cümlesine özellikle takıldım..belki zihniyet böyle olunca bu denli takılmamak gerek ama kimin kimden zaman çaldığı konusuna gelince sadece işçiler değil çalışan herkesin tek yaptığının eve gidip yemeğini yedikten sonra mecbur bırakıldığı bu robotik çalışma düzeninden ne zihinin ne bedeninin başka bir şeye takati kalmadığından televizyon karşısında uyuya kalmak olduğu bu ülkede işçilerin patronlardan zaman çaldığı düşüncesi gerçekten oldukça hastalıklı bir beynin tasavvuru olmalı.çünkü sürekli işten çıkarılma tehdidiyle yaşayan bu işçilerin ne çocuklarıyla geçirebilecekleri sakin bir zamanı, ne karılarına bir kaç tatlı söz edebilecek iç huzurları ne de kendilerine vakit ayırmak gibi bir lüksleri yok. eğer ki hala biri çıkıp bu adamlar patronlarından zaman çalıyor diyorsa bu; düzenin sürekli bizden "insan olmamız" için gereken zamanı çaldığındandır.eh bari bırakın da rahat rahat def'i hacetimizi yapalım...

6 Mart 2009 Cuma

insan döner kendine
viran, kırık dökük bir eve dönercesine
yorgundur
eski püskü bir giysi gibi,
yürümeye çalışır yağmurda, çırılçıplak,
saf suda ıslanarak,
yapamaz bunu yalın rüzgarda,
ama benliğinin kuyusuna döner,
kaygısız.
varolup olmadığı,
usunu konuşturup konuşturmadığı
ya da ödedikleri, borç verdikleri, bulduklarıyla ilgilenir.
beni kabul edip etmemesi
çok önemliymiş gibi,
toprağın yaprakla kaplı adıyla birlikte,
kara duvarlı tiyatroda.

bu gün işten eve döndüğümde annemle babamı birbirlerine sarılmış uyurken buldum..hem de bu saatte..normalde onlar da işten yeni dönmüş, tv'nin sesi sonuna kadar açık ve annem mutfakta yemek hazırlama teleşında olurdu. bu onları uzun zamandır ilk kez böyle görüşüm..yıllar önce çektiğim bir fotograf geldi aklıma..koltukta el ele tutuşmuş oturur vaziyette uykuya dalmışlardı..ben heralde orta okulda falandım..onları uyandırmamaya gayret ederek çekmiştim. hala en sevdiğim fotograflarıdır..bugün de onları öyle görünce pijamalarımı giyip yanlarına kıvrılmak istedim..ama böyle şeyler için fazla büyümüşüm..hem kalbim de öylesine kırık..dün gece bana acı verse de sahiplendiğim bir şeyi daha yitirdim.öfkem dindi ama bugün parçalı bulutluyum.neyse ki havalar biraz düzeldi..sabahları güneşi görebiliyorum..damarlarımda bir miktar sakinleştirici dolaşıyor..ağlamaklı bir huzur içinde herşeyi kabullenmiş hissediyorum..biliyorum ki başka türlüsü de mümkün..yıllar sonra ben de sıradan bir akşam vakti hiç bir nedeni olmaksızın sevdiğime sarılmış uyuyor olabilirim..hem de birlikte bin türlü belayı aşkı nefreti atlatmış yılları birlikte tüketmiş olacağım biriyle..vay be sevgi hala oralarda bir yerlerde..sadece biraz vakit tanıyıp bulmamı bekliyor..kusursuz olmak zorunda da değil..biliyorum ki iki kişibir olduğumuzda ilişkimizi kusurlarıyla seveceğim..yıllarca anne babanın evliliği hakkında düşündüklerin küçücük bir sahneyle silinip gidiyor..hem de tüm doğallığıyla hiç de özel olmayan öylesine denk gelmiş bir sahneyle...hayat güzel tesadüflerle dolu..

3 Mart 2009 Salı

ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler

modern dünyanın en büyük laneti insana istediği herşey olabilecekken hiç bir bok olamamış hissi vermesi..eğer orta sınıf bir aileden geliyorsan ve cebinde biraz para varsa kocaman dünya kocaman fırsatlarla dolu, yapabilceklerinin sınırı yok ama sen sadece şu an yaptığın şeyi yapıyorsun..bütün dünya yanından geçip giderken sen sadece oturmuş izliyorsun....şu an çalıştığın işte çalışıyorsun, onca dergi arasından sadece bunları okuyorsun, onca tshirt arasından bu tshirtü giyiyorsun, fotografla ilgilenmek dururken film atolyesine gitmeyi seçtin, oysa fotografçılığa da yeteneğin var biliyorsun, kulladığın jölenin daha az sertleştireni, saçındaki boyanın daha az zarar vereni, detarjanın daha beyaz yapanı, orkidinin parfümlüsü, yediğinin makarnanın multivitaminlisi, fındığın organiği, güneş kreminin bronzlaştırırken nemlendireni, çizdiğin projelerin daha iyisi var.Kanepeni değiştirmek için 4 ay para biriktirdin ve her an bir yerlerde daha renklisini görüp üzülebilirsin.hem bu paraya daha iyi bir dairede de oturabilirdin, belki de karar vermekte çok acele ettin..aslında sörfçü bile olabilirdin ama sen avukat olmayı seçtin..hatta arkadaşlarını bile yanlış seçmiş olabilirsin!
ama bir şeyden kesinlikle eminim; böyle bir paranoyayla yaşamak için şu an sahip olduğundan daha sağlam sinirlere ihtiyacın var..